Bir Devletin Evladı – Süleyman’ın Doğumu ve Gençliği
15. yüzyılın sonları, Osmanlı tahtında II. Bayezid’in oturduğu bir dönemdi. O dönemde henüz doğmamış bir çocuğun, gelecekte imparatorluğun en uzun süre tahtta kalan padişahı olacağı kimsenin aklına gelmezdi. 27 Nisan 1494 tarihinde, Trabzon Sancakbeyi Şehzade Selim’in (sonradan Yavuz Sultan Selim) eşi Ayşe Hafsa Hatun, bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adı Süleyman kondu. Bu isim, sadece bir peygamberin değil, gelecekte hem kılıcıyla hem kalemiyle tarihe yön verecek bir sultanın adıdır artık.
Başlık Listesi
- Bir Devletin Evladı – Süleyman’ın Doğumu ve Gençliği
- Tahtta İlk Adımlar – Kanuni’nin Tahta Geçişi ve İlk Seferleri
- Yasaların Efendisi – ‘Kanuni’ Unvanının Gerçek Anlamı
- İhtişamın Zirvesi – Mimari, Sanat ve Medeniyet
- Oğullar, Savaşlar ve İhanet – Şehzade Mustafa ve Taht Mücadelesi
- Son Sefer ve Ölümsüzlük – Zigetvar Seferi ve Ardındaki Gizem
Süleyman’ın çocukluğu Trabzon’da, Karadeniz’in kıyısında, hem doğanın hem de siyasetin sert havasında geçti. Babası Selim, sert mizacıyla tanınırken, annesi Hafsa Hatun ise onun yumuşak huylu ve eğitimci yönüyle Süleyman’ın üzerinde güçlü bir etkiye sahipti. Onun sayesinde küçük yaşta Kur’an, Arapça, Farsça, matematik ve siyaset eğitimi almaya başladı. Aynı zamanda zanaat eğitimi de alarak, kuyumculukla ilgilendi. Bu detay çoğu kişi tarafından bilinmez, ancak Süleyman’ın kuyumculuğa olan ilgisi ileride “ince işçilik” anlamında hem sanata hem de devlet yönetimine bakışını şekillendirecekti.
Süleyman, çok erken yaşta devlet işlerine dair bilinç geliştirdi. Bu dönemde Osmanlı’da “şehzade eğitimi” oldukça katıydı. Her şehzade, bir gün padişah olacağı varsayımıyla yetiştirilir, ancak her biri aynı ihtimalle ölüme de yaklaşırdı. Bu yüzden Süleyman, çocuk yaşta hem bir tahtın varisi hem de potansiyel bir kurban olduğunu bilerek büyüdü. Bu, onda güçlü bir karakter, gözlem yeteneği ve sabır geliştirdi. Hocalarından biri olan İbn Kemal (Kemalpaşazade) onun hem tarih hem siyaset bilgisine yön verdi. Bu hoca sadece ders değil, aynı zamanda zihni disiplin de kazandırdı.
Şehzade olduktan sonra Süleyman, 1513 yılında Manisa’ya sancak beyi olarak atandı. Manisa, Osmanlı’da “tahta hazırlık vilayeti” olarak kabul edilirdi. Buradaki görevi, yönetim tecrübesi kazanmak, halkla doğrudan ilişki kurmak ve devlet idaresini yerinde öğrenmekti. O dönem Anadolu’da Yavuz’un doğudaki Safevî tehdidiyle boğuştuğu karmaşık yıllardı. Süleyman bu süreçte siyasi dengeyi, ordu-millet ilişkisini ve halkın nabzını çok iyi tuttu.
Kanuni’nin gençliğiyle ilgili nadir bilinen detaylardan biri, bu yıllarda şiire olan tutkusu ve kendisine seçtiği “Muhibbî” mahlasıdır. Yazdığı şiirler yalnızca edebî değil, aynı zamanda duygusal ve içsel çatışmalarla doludur. Bu, onun sadece bir kumandan değil, aynı zamanda bir ruh dünyası olduğunu gösterir. Şiirlerinde aşkı, devleti, ilahi aşkı ve bazen de yalnızlığı işler. Genç yaşta bir hükümdar adayının, gönül dünyasında bu kadar derinlikli olması, onun gelecekteki denge politikasını da açıklar.
Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışıyla birlikte, Osmanlı artık sert ve hızlı kararların alındığı bir döneme girmişti. Yavuz’un çok kısa sürede Doğu Seferi ile Memlükler’i mağlup etmesi ve Halifeliği Osmanlı’ya taşıması, Süleyman’a büyük bir miras bırakacaktı. Ancak bu aynı zamanda büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyordu. Henüz yirmili yaşlarının sonlarına gelen Süleyman, kendisinden önceki padişahların aksine sadece bir savaşçı değil, aynı zamanda bir sistem kurucu olmak zorunda olduğunu o dönemde anlamaya başlamıştı.
Tahtta İlk Adımlar – Kanuni’nin Tahta Geçişi ve İlk Seferleri
Yıl 1520. Yavuz Sultan Selim, henüz 49 yaşında, geçirdiği bir hastalık sonucu vefat eder. Onun ani ölümü sadece sarayda değil, bütün Osmanlı coğrafyasında büyük bir sarsıntı yaratır. Henüz 26 yaşındaki oğlu Şehzade Süleyman, artık Osmanlı tahtının yeni sahibidir. Ancak bu tahta çıkış, sadece bir babanın ardından gelen evladın hikâyesi değil, dünya tarihini derinden etkileyecek bir çağın da başlangıcı olacaktır.
Süleyman’ın tahta çıkışıyla birlikte sarayda ve Avrupa’da şu soru yankılanıyordu:
“Yeni padişah da babası gibi sert mi olacak, yoksa içe kapanık bir şair mi?”
Bu sorunun cevabını yalnızca zaman değil, onun attığı adımlar verecekti.
Tahta geçer geçmez ilk işi, Yavuz döneminde uzaklaştırılmış bazı devlet adamlarını göreve getirmek olur. Bu tercih, onun farklı bir karaktere sahip olduğunu açıkça gösteriyordu. İlk sadrazamı, yakın dostu ve ileride Osmanlı tarihinin en etkili vezirlerinden biri olacak olan Pargalı İbrahim Paşa idi. Bu atama, aynı zamanda onun dostluklara verdiği önemi ve devleti yalnızca soy değil, liyakat esasına göre yöneteceğini göstermesi açısından kritik bir mesajdı.
Ancak genç padişahın iç politikada denge kurma çabaları, dış dünyada çoktan sınanacaktı. Avrupa’nın büyük güçlerinden Macar Krallığı, Osmanlı’nın başındaki yeni padişahı bir “deneme” olarak görmüş ve sınır boylarında tahrik edici hareketlere başlamıştı. Bu durum üzerine Süleyman, ilk büyük seferini başlatmak üzere ordusunun başına geçti. Bu, Belgrad Seferi idi.
⚔️ Belgrad Seferi (1521):
Ortodoks Sırplar’ın ve Katolik Macarlar’ın elinde olan Belgrad, Osmanlı için yıllardır bir tehdit kaynağıydı. Kanuni, büyük bir planlamayla şehri kuşattı ve aylar süren direnişi kırarak şehri fethetti. Bu, onun ilk askerî başarısıydı ve Batı’ya verdiği net mesaj şuydu:
“Ben yalnızca bir şair değilim. Aynı zamanda bir komutanım.”
Belgrad’ın fethi Avrupa’da derin bir yankı uyandırdı. Ancak bu yalnızca başlangıçtı. Bir yıl sonra, Kanuni rotasını Rodos Adasına çevirdi. Bu ada, Katolik St. Jean Şövalyelerinin kontrolündeydi ve Osmanlı denizciliği açısından tehlike arz ediyordu. Sefer başladı, ancak bu sefer yalnızca bir askeri harekât değildi; Kanuni’nin stratejik derinliğini gösterdiği bir hamleydi.
⚔️ Rodos Seferi (1522):
Rodos, son derece sağlam surlarla çevriliydi ve Avrupa’dan yardım geleceği düşünülüyordu. Ancak Kanuni aylar süren kuşatma ve deniz ablukası ile adayı teslim aldı. Şövalyeler canları bağışlanarak Malta’ya gönderildi. Bu hamle hem insani yönüyle hem de diplomatik zekâsıyla dikkat çekti. Çünkü Kanuni, Avrupa’da hem “korkulan” hem de “saygı duyulan” bir lider imajı inşa etmeye başlıyordu.
🕊️ Diplomasi ve Avrupa’nın Duruşu:
Kanuni’nin ilk yıllarında sadece savaşlar değil, aynı zamanda diplomatik adımlar da dikkat çekiciydi. Avrupa’da Habsburg Hanedanı’nın yükselişi, Fransa Kralı I. François’nın zor durumda kalmasına neden olmuştu. François, Habsburg baskısına karşı Osmanlı’dan yardım istiyordu. Bu durum Kanuni’nin elini oldukça güçlendirdi. Ve tarihte ilk kez Hristiyan bir kral, bir Müslüman sultana müttefiklik teklif etti.
Bu durum 16. yüzyılda “imkânsız” olarak görülse de Kanuni bu teklifi dikkatle değerlendirdi. Avrupa’daki bu siyasi denge oyunlarını ustaca okuyan genç padişah, Osmanlı’yı yalnızca savaş gücüyle değil, siyasi aklıyla da bir merkez hâline getirmeye başlamıştı.
Yasaların Efendisi – ‘Kanuni’ Unvanının Gerçek Anlamı
Tarih onu “Kanuni Sultan Süleyman” olarak tanır. Ancak bu unvan, bir şair ya da savaşçı olarak değil, bir sistem kurucu olarak tarihe geçmiş olmasının göstergesidir. Osmanlı’nın 600 yıllık tarihinde, padişahların çoğu fermanlar verir, idare ederdi. Fakat yalnızca biri, halktan saraya kadar herkesi bağlayacak bir hukuk sistemi kurabildi: Süleyman.
⚖️ Kanuni Ne Demektir?
“Kanuni” kelimesi, halk arasında çoğunlukla “kanun koyan” olarak bilinir. Bu doğru ama eksik bir tanımdır. Aslında Kanuni, yalnızca yeni kurallar koyan değil, mevcut kurallar arasında dengeyi kuran, çatışmaları çözen ve adaletin sürekliliğini sağlayan bir yöneticidir.
Osmanlı’da iki temel hukuk sistemi vardı:
- Şer’i hukuk: İslam kaynaklı kurallar (Kur’an, hadis, fıkıh).
- Örfî hukuk: Devletin ihtiyaçlarına göre padişahlar tarafından koyulan pratik kurallar.
Süleyman, bu iki sistemi öyle birleştirdi ki, hem ulemayı memnun etti hem de halk arasında “adaletin timsali” olarak anıldı. Onun zamanında düzenlenen en önemli metinlerden biri “Kanunname-i Âl-i Osman” adlı yasa kitabıdır.
📜 Kanunnameler ve Düzenlemeler
Kanuni, sadece fetihlerle değil, idaredeki karmaşayı sadeleştirerek büyük bir başarı sağladı. Arazilerin tımar sistemi, vergi düzenlemeleri, esnaf kuralları, miras, ceza hukuku gibi konular netleştirildi. Her sancak, her kadı ve her sipahi, neyi yapıp yapamayacağını artık ezberlemişti.
Örneğin:
- Tımar sahiplerinin halka baskı yapması yasaklandı.
- Çift bozan vergisinin detayları netleştirildi.
- Gayrimüslim tebaanın hakları ayrı kanunlarla güvence altına alındı.
- Kadıların yetkileri sınırlandırıldı; merkezî denetim sistemi getirildi.
Bu detaylar bugünkü anlamda bir “anayasal düzenin temelleri” gibidir. Süleyman, adeta modern bir hukuk devletinin temel taşlarını, 16. yüzyılda atmıştır.
🏛️ Adaletin Temsili ve Halka Yakınlık
Kanuni sadece sarayda yasa yazan biri değildi. Onun asıl farkı, halkın içinde adaleti gözeten bir padişah olmasıydı. Rivayetlere göre zaman zaman kıyafet değiştirip halkın arasına karışır, kadıların verdiği kararları gizlice takip ederdi. Bu hikâyeler sadece birer menkıbe değil, onun adaleti birebir kontrol ettiğine dair belgelerle desteklenir. Hatta Divan’da alınan kararları dinlemek üzere bizzat toplantılara katıldığı, kayıtlarda sabittir.
Padişahın atına ters binmesi gibi bazı halk söylenceleri de, aslında onun “ben adil olmazsam devlet de yıkılır” mesajını sembolize eden anlatılardır. Bunlar halkın gönlünde yer etmiş güçlü adalet temsilleridir.
🧠 Avrupa’nın Gözünden Kanuni
Avrupa’da Kanuni’ye verilen isimlerden biri de “Büyük Türk” idi. Hem savaş gücü hem de düzen kuruculuğu nedeniyle Habsburglar ve Papalık, onun “sadece Müslümanların değil, tüm doğunun hükümdarı” olduğuna inanıyordu. Onun kanun sisteminden etkilenen bazı Avrupa devletleri, kendi iç idari yapılarını gözden geçirmek zorunda kalmışlardır.
Hürrem – Aşk, Saray ve Kadınlar Saltanatı
Kanuni Sultan Süleyman tahta geçtiğinde Osmanlı’da harem, sadece sultanların özel hayatının geçtiği bir yer olarak görülüyordu. Ancak bu anlayış, Hürrem Sultan ile birlikte tümüyle değişecekti. Hürrem yalnızca Kanuni’nin gözdesi değil, Osmanlı siyasetinin görünmeyen mimarlarından biri hâline gelecekti. Üstelik bu, rastgele değil; bilinçli ve stratejik adımların sonucuydu.
🌹 Bir Cariyeden Hürrem’e: Köken ve Yükseliş
Hürrem’in asıl adı Roxelana olarak geçer. Doğum yeri kesin olmamakla birlikte, bugünkü Ukrayna civarlarında bir yerde, Ruthenyalı (Leh) bir ailenin çocuğu olduğu düşünülüyor. Osmanlı topraklarına bir savaş sonrası getirildi ve Topkapı Sarayı’na alındı. Burada “Hurrem” adını aldı; anlamı “neşeli, güleç” demekti. Bu isim, onun hem karakterini hem de sarayda kısa sürede kazandığı sevgiyi yansıtır.
Hürrem, sadece güzelliğiyle değil, zekâsı, hitabeti, dini bilgisi ve siyasi kabiliyetiyle dikkat çekti. Kısa süre içinde Kanuni’nin gözdesi oldu. Ancak onu farklı kılan şey, sıradan bir gözde olmamasıydı. Hürrem, Kanuni’nin hayat arkadaşı olmak istiyordu ve bu uğurda tarihi tersine çevirdi.
👑 Nikâh ve Devrim: Padişah Eşi Olmak
Hürrem, Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişahın resmî nikâhla evlendiği kadın oldu. Bu karar, saray geleneklerine karşı devrim niteliğindeydi. Çünkü Osmanlı hanedanı, nikâh kıymaz; haremdeki cariyelerden doğan çocuklarla hanedan devam ederdi. Bu gelenek, siyasî dengeyi korumak içindi. Fakat Kanuni, bu geleneği yıktı. Hürrem’e nikâh kıydı ve onunla evli bir padişah olarak yaşamaya başladı.
Bu olay, Hürrem’i yalnızca saray kadını değil, devletin en üst katmanında söz sahibi biri hâline getirdi. Artık o sadece padişahın eşi değil; Osmanlı tarihinde “Kadınlar Saltanatı” olarak bilinen dönemin başlangıcının da mimarıydı.
📜 Hürrem’in Devlet İçindeki Etkisi
Hürrem’in etkisi yalnızca Kanuni’nin gönlünde değil, saray politikalarında da hissedildi. Ona yakın olan devlet adamları hızla yükseldi. Özellikle Rüstem Paşa, Hürrem’in desteğiyle sadrazamlığa kadar yükseldi. Aynı zamanda Kanuni’nin yazdığı mektuplarda, Hürrem’e karşı duyduğu aşk ve güven açıkça görülür:
“Ey kıymetli cevherim, şimdiye kadar seni görmeyeli canım bin kez hasretlik okuna hedef oldu.”
Bu ifadeler bir padişahın değil, bir âşığın kaleminden çıkmış gibidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu aşkın içi boş bir romantizm değil, birlikte devleti şekillendiren bir ortaklık olduğudur.
🔥 Entrikalar ve Şehzade Mücadelesi
Hürrem’in asıl etkisi, şehzade mücadelelerinde ortaya çıktı. Kanuni’nin büyük oğlu Şehzade Mustafa, halk arasında sevilen, ordu içinde güçlü bir figürdü. Ancak annesi Mahidevran’dı; Hürrem’in rakibesi.
Hürrem, kendi çocukları olan Mehmed, Selim ve Bayezid’in önünü açmak için politik dengeleri değiştirdi. İddialara göre Rüstem Paşa üzerinden, Mustafa’nın padişahlık hırsı taşıdığına dair bilgiler Kanuni’ye ulaştırıldı. Sonuç olarak, 1553 yılında Kanuni, oğlu Mustafa’yı bizzat boğdurdu. Bu olay, Osmanlı tarihinin en acı ve tartışmalı hadiselerinden biridir.
Hürrem’in doğrudan rolü hâlâ tartışılsa da, onun etkisinin olmadığını söylemek güçtür. Bu olay aynı zamanda, halkın Hürrem’e olan bakışını da değiştirmiş, onu “devletin içindeki sinsi güç” olarak göstermiştir. Ancak bu imaj, tarihin yazanlar tarafından şekillendirildiğini unutmadan değerlendirilmelidir.
💌 Avrupa ile Yazışmalar ve Diplomasi
Az bilinen bir detay da şudur: Hürrem Sultan, sadece saray içi değil, uluslararası diplomasi alanında da aktifti. Avusturya Arşidüşesi ile yazışmaları mevcuttur. Bu mektuplar, dönemin protokol dili olan İtalyanca ve Latinceye çevrilmiş ve Batı arşivlerinde saklanmıştır. Bu yazışmalar, Osmanlı tarihinde bir padişah eşinin dış politika üzerinde ne kadar etkili olabileceğini göstermesi açısından eşsizdir.
İhtişamın Zirvesi – Mimari, Sanat ve Medeniyet
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti yalnızca sınırlarını genişletmedi. Aynı zamanda kültür, sanat, bilim ve mimaride de doruk noktasına ulaştı. Bugün İstanbul’un siluetini belirleyen kubbeler, taşlara işlenmiş hatlar ve zarafetle yükselen minareler, aslında bu dönemin ruhunu fısıldar. Kanuni, yalnızca savaş kazanmakla değil; sonsuzluğu taşa işleten bir padişah olarak anılmayı hak etti.
🏛️ Mimar Sinan ve Dehanın Buluşması
Kanuni’nin en büyük miraslarından biri, hiç kuşkusuz ki Mimar Sinan ile olan işbirliğidir. Sinan, Kanuni’nin saltanatı boyunca hem bir mimar hem de bir düşünür olarak imparatorluğun ruhunu yansıttı. İlk büyük eseri olan Şehzadebaşı Camii, Kanuni’nin çok sevdiği oğlu Mehmed adına yaptırıldı. Bu eser, Kanuni’nin mimariye yalnızca estetik bir unsur olarak değil, anlamı olan bir anlatı dili olarak baktığını gösterir.
Ancak asıl zirve, hiç kuşkusuz Süleymaniye Camii idi.
🕌 Süleymaniye Camii – Taşta Saklı Hüküm
1550 yılında yapımına başlanan Süleymaniye, sadece bir cami değil; bir mesajlar bütünüydü. Mimar Sinan bu yapıda yalnızca mimarlık değil, akustik, mühendislik, astronomi ve sembolizmi de iç içe geçirdi.
- 4 minare: Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah olduğunu temsil eder.
- 10 şerefe: Osmanlı’nın toplamda 10. padişahı olduğunu simgeler.
- Kubbe yüksekliği ve çapı, Ayasofya ile sembolik bir yarış içerisindedir.
Süleymaniye sadece ibadethane değil; bir külliyedir. İçinde medrese, hastane, aşevi, hamam, kütüphane ve darüşşifa barındırır. Bu kompleks yapı, o dönem halkın tüm ihtiyaçlarını tek merkezde çözmeye yönelik bir sosyal mühendislik örneğidir.
📜 Sanatta Altın Çağ
Kanuni dönemi, Osmanlı’nın divan edebiyatında, musiki alanında ve hat sanatında da zirveye ulaştığı dönemdir. Bizzat Kanuni, “Muhibbî” mahlasıyla 3.000’den fazla gazel yazmıştır. Bu sayı, birçok divan şairini geride bırakır.
Kanuni’nin gazellerinde sadece aşk değil; devlet felsefesi, ahlâkî öğütler, ilahi aşk gibi temalar da yer alır. Bir sultanın şiir yazması belki sıradışı değildir; ancak bu kadar hacimli ve nitelikli yazması, tarihte eşine az rastlanan bir örnektir.
Divan edebiyatı yanında tezhip, minyatür, çinicilik ve kumaş sanatları da bu dönemde büyük gelişme göstermiştir. Özellikle Kaşıkçı Elması, Topkapı Sarayı’nın Çinili Köşkü, halı ve dokuma atölyeleri, medeniyetin rafine zevkini temsil eder.
🧠 Bilim ve Zanaat – Zekânın İnşası
Kanuni döneminde yalnızca sanat değil, bilim de sarayın himayesi altındaydı. Özellikle astronomi, tıp ve matematik alanlarında yapılan çalışmalar desteklenmiş, Takiyüddin gibi önemli isimlerin önünü açacak zihinsel zemin hazırlanmıştır.
Zanaatkârlar, kuyumcular, marangozlar, taş ustaları… hepsi sarayın etrafında kümelenmiş ve işlerinde hem ustalık hem de anlam aramaya başlamışlardı. Kanuni’nin kendisinin de kuyumculuk yaptığı bilinir. Bu, onun ayrıntıya verdiği önemin ve zanaate duyduğu saygının bir göstergesidir.
Oğullar, Savaşlar ve İhanet – Şehzade Mustafa ve Taht Mücadelesi
Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatındaki en derin çatlak, savaş meydanlarında değil, ailesinin içinde açıldı. Bu çatlak zamanla yalnızca bir padişahı değil, bir imparatorluğu sarsacak kadar derinleşti. Oğullarının birbirine rakip olması, saray içi entrikalar ve siyasi dengeler, sonunda bir trajediye dönüştü: Şehzade Mustafa’nın katli.
👑 Şehzade Mustafa: Halkın ve Ordu’nun Gözdesi
Mustafa, Kanuni’nin Mahidevran Sultan’dan olan ilk oğluydu. Doğum tarihi 1515. Henüz küçük yaşlarda zekâsı, savaş yeteneği ve liderlik vasfıyla dikkat çekmişti. Önce Manisa, ardından Amasya sancak beyliği yaptı. Bu görevler onu tahtın doğal varisi olarak öne çıkarıyordu. Özellikle ordu içinde büyük bir saygı görüyordu.
Askerî seferlerde Kanuni’nin yanında yer almış, Pers seferlerinde ve doğu sınırlarında başarılar kazanmıştı. Ancak bu başarıları, saraydaki bazı çevreler tarafından tehdit olarak görülmeye başlandı.
🔥 Gölgedeki Savaş: Hürrem’in Rolü ve Saray Entrikaları
Sarayda bu dönemde en güçlü figürlerden biri, artık Hürrem Sultan’dı. Hürrem’in kendi oğulları – özellikle Şehzade Selim ve Bayezid – taht yarışında geri planda kalmaya başlamıştı. Bu durum Hürrem’in ve onun etrafındaki kadronun harekete geçmesine yol açtı.
Rüstem Paşa, Hürrem’in damadıydı ve sadrazamlık makamındaydı. Rivayetlere göre Rüstem Paşa aracılığıyla Kanuni’ye, Mustafa’nın ordu içinde gizlice taraftar topladığı, tahta göz diktiği ve hatta babasına karşı isyan hazırlığında olduğu bilgileri ulaştırıldı.
Kanuni bu bilgiler karşısında kararsızdı. Zira Mustafa sadece bir şehzade değil; kendisinin gençliğine en çok benzeyen oğluydu. Ancak devlet güvenliği her şeyin önündeydi. Tahta karşı herhangi bir tehdit, istikbal değil, istiklal meselesiydi.
⚔️ 1553 – Nahçıvan Seferi ve Katli
Kanuni, İran Seferi için ordusuyla yola çıktığında, Mustafa da babasının çağrısıyla sefere katılmak üzere Konya yakınlarında ordugâha geldi. Ancak gelişinden kısa süre sonra, çadır kurulan bir alanda, özel olarak çağrıldığı Kanuni’nin otağında boğdurularak öldürüldü. Tarihe “Konya Olayı” olarak geçen bu hadise, yalnızca bir şehzadenin değil, halkın gözündeki “adalet timsali padişahın” da sarsılmasına neden oldu.
Otağın kapısında Mustafa’nın naaşı çıkartıldığında, askerler isyan etmek üzereydi. Ancak ordu, Kanuni’nin mutlak otoritesine itaat etti. Yine de bu olay, Kanuni’nin vicdanında silinmeyen bir yara olarak kaldı. Sonraki yıllarda yazdığı şiirlerde içini döken dizelere rastlanır.
“Bir oğul idim, oğul öldürdüm… Tahta oturdum, taht çöktü…”
(Gayrı taşlar dile geldi, ben susmakla mahkûm oldum.)
💥 Şehzade Bayezid’in İsyanı ve Selim’in Yükselişi
Mustafa’nın ölümünden sonra taht yarışında öne çıkan iki isim kaldı: Bayezid ve Selim. Ancak Hürrem’in ölümünden sonra Bayezid, annesinin desteğini kaybetmişti. Selim ise hem Rüstem Paşa’nın hem de sarayda yeni güç dengelerinin desteğini alıyordu.
Bayezid bir noktadan sonra isyan bayrağını çekti. İran’a sığındı. Ancak Kanuni, diplomatik baskılarla onun Safevîler tarafından teslim edilmesini sağladı. Bayezid de kardeşi gibi boğdurularak öldürüldü.
Geriye sadece Şehzade Selim kaldı. Zayıf karakterli, içkiye düşkün biri olarak tanımlansa da, siyaseti iyi okuyarak sabırla ilerledi. Babasından sonra tahta geçecek olan kişi artık oydu: II. Selim.
⚰️ Padişahın Acısı: Bir Babadan Geriye Kalan
Kanuni, son yıllarında yalnızlaştı. Oğullarını kaybetmiş, etrafındaki dostları ya ölmüş ya da ihanetle yok olmuştu. Her sefer sonrası zafere değil, bir eksilişe döner olmuştu. Bu içsel çöküş, onun devlet işleri dışında daha çok ilahi şiirlere ve iç muhasebeye yönelmesine sebep oldu.
Onun saltanatı, büyük fetihlerle ve hukuk düzeniyle taçlanmış olsa da; kalbinde taşıdığı bir baba olarak aldığı kararların ağırlığı, hiçbir sultanın taşımak zorunda kalmadığı kadar büyüktü.
Son Sefer ve Ölümsüzlük – Zigetvar Seferi ve Ardındaki Gizem
Yıl 1566. Kanuni Sultan Süleyman 72 yaşındaydı. O güne dek 46 yıl boyunca Osmanlı tahtında oturmuş, 13 büyük sefer yapmış, Avrupa’dan Asya’ya kadar üç kıtada Osmanlı mührünü vurmuştu. Artık yaşlıydı, hastaydı ve iç dünyasında derin bir yalnızlık taşıyordu. Ancak bir kez daha sefere çıkmaya karar verdi. Bu, onun ölümüne yürüdüğü sefer olacaktı: Zigetvar.
🏰 Zigetvar Seferi – Son Nefese Giden Yol
Zigetvar, bugünkü Macaristan topraklarında bulunan, stratejik bir kaleydi. Habsburgların ileri karakolu niteliğindeydi. Herkes Kanuni’nin bu kadar yaşlı ve hasta hâliyle sefere çıkmasını şaşkınlıkla karşıladı. Ancak onun için bu, yalnızca bir fetih değil; “tamamlanmamış bir yemin” gibiydi.
İleri karakollardan gelen haberlere göre kale dirençliydi. Komutanları Nikola Zrinski, sonuna kadar savaşmaya kararlıydı. Kanuni, sefer boyunca sedyeyle taşındı, ayakta durmakta zorlanıyordu ama orduya moral vermeye devam etti. Onun otağının ışıkları sabaha kadar sönmezdi. Kimse onun yorgunluğunu, acısını, içindeki fırtınayı fark ettirmeye cesaret edemezdi.
⚰️ 3 Eylül 1566 – Ölüm ve Sessizlik
Zigetvar kuşatması sürerken Kanuni, sefer sırasında otağında gece yarısı sessizce hayata gözlerini yumdu. Oğlu II. Selim İstanbul’daydı, saraydan uzak. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, Osmanlı tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir karar aldı:
“Padişah öldü ama fetih bitmeden bu haber açıklanmayacak.”
Orduya moral çökmesin diye Kanuni’nin öldüğü 41 gün boyunca saklandı. Onun yerine çadırında mumlar yakıldı, otağın kapısı her sabah açılıp kapanmaya devam etti. İlaç şişeleri dışarı taşındı, hekimler otağa girip çıktı – hepsi bir oyundu. Ama bu oyun, sadece bir strateji değil, bir imparatorun hatırasına gösterilen sonsuz sadakattir.
Ve o 41 gün içinde Zigetvar düşürüldü. Kanuni’nin son zaferi, onun ölümünden sonra geldi. Ardından o büyük gerçek açıklandı:
“Padişahımız artık cennet bahçelerindedir.”
❤️ Kalbin Gömüldüğü Yer – Zigetvar’daki Sır
Kanuni’nin naaşı, mumyalanarak İstanbul’a götürüldü ve Süleymaniye Camii’ne defnedildi. Ancak onun kalbinin ve iç organlarının Zigetvar’a gömüldüğü söylenir. Çünkü İslami geleneğe göre sıcak mevsimlerde cesedin uzun süre taşınması zordur. Bu nedenle kalbi, “Toprağa verilen ilk emanet” olarak Zigetvar’a bırakıldı.
Bugün, Macaristan’da Zigetvar yakınlarında Osmanlı mezarlıklarının olduğu bölgede yapılan arkeolojik kazılar, Kanuni’nin kalbinin gömüldüğü yeri ortaya çıkarmış olabilir. Bu bölge, hem Türkler hem Macarlar için bir kutsal alan gibi kabul edilir.
Ama bu sadece bir bedensel kalbin yattığı yer değil…
Bu, bir imanın, bir azmin, bir devlet aklının, bir çağın kalbidir.
🕊️ Ölümden Sonra Devam Eden Bir Miras
Kanuni’nin ölümünden sonra Osmanlı, genişlemeye devam etti ama hiçbir zaman onun dönemindeki dengeyi, adaleti ve kültürel zenginliği bir daha tam olarak kuramadı. Onun dönemine “Altın Çağ” denmesinin nedeni yalnızca toprak kazanımları değil, kurduğu sistem, yasalar, estetik ve düşünce düzenidir.
Kanuni, sadece bir padişah değil; bir sistemdir. O, savaşla gelen bir fütuhat değil; bilinçle kurulan bir medeniyet projesidir. Bu yüzden “öldü” denmez ona.
Yaşıyor – çünkü bıraktığı her eser, hâlâ konuşuyor.