İklim Masalı: Yasa mı, Küresel Dayatma mı?
Son yıllarda dünya sahnesinde sıkça duyduğumuz bir ifade var: “İklim Krizi.” Medya, akademi, uluslararası kuruluşlar ve teknoloji devleri adeta ağız birliği etmişçesine, bu krizin artık geri döndürülemez boyutlara ulaştığını anlatıyor. Fakat gözden kaçan çok kritik bir soru var: Bu krizi kim tanımlıyor, kim çözüyor ve en çok kimin işine yarıyor?
Başlık Listesi
Türkiye’de 2025’in başında gündeme alınan İklim Kanunu, görünürde çevreyi korumak, doğayla uyumlu kalkınmayı teşvik etmek amacıyla hazırlandı. Ancak arka planda, bu yasa Avrupa Birliği’nin “Yeşil Mutabakat” baskısıyla şekillenmiş bir metinden öteye gidemedi. Yani mesele, Türkiye’nin doğasını korumaktan çok; küresel sistemin çizdiği rotaya boyun eğmek haline geldi.
🌍 Yeşil Mutabakat mı, Yeşil Vesayet mi?
AB’nin “Green Deal” (Yeşil Mutabakat) adını verdiği bu küresel strateji, çevreci bir görünümle sunulsa da, gerçekte gelişmekte olan ülkeleri kendi içinde yeniden yapılandırmayı amaçlıyor. Türkiye gibi ülkeler, karbon salınımı, üretim biçimi ve hatta enerji politikaları açısından artık AB ile uyumlu hale gelmek zorunda bırakılıyor.
İklim Kanunu tam da bu noktada devreye giriyor. Çünkü bu yasa olmadan Türkiye, AB ülkelerine ihracat yaparken “karbon vergisi” ödemek zorunda kalacak. Yani çevreyi korumak bahanesiyle ekonominin damarlarına yeni bir pranga takılıyor. Bu sadece bir çevre yasası değil; aynı zamanda ekonomik bir kontrol ve yönlendirme aracı.
🧱 Bir Taşla İki Kuş: Hem Denetle, Hem Dönüştür
İklim Kanunu’nun getireceği düzenlemeler yalnızca büyük sanayi kuruluşlarını değil, köylüyü, çiftçiyi, üreticiyi, esnafı da kapsıyor. Su kullanımı, atık yönetimi, karbon salınımı, enerji tüketimi gibi birçok alanda yeni kıstaslar getiriliyor. Yani artık her vatandaşın çevresel davranışı izlenebilir hale gelecek. Bu bir nevi, çevreci kisvesiyle gelen toplumsal bir dijitalleşme ve denetim hamlesi.
Daha da çarpıcısı: Bu sistemler halkın vergisiyle kurulacak ama denetimini, dış fonlarla beslenen kurumlar veya uluslararası danışmanlık şirketleri yürütecek.
❗ Bu Gerçekten Doğayı Korumak mı?
Eğer mesele gerçekten doğayı korumak olsaydı; maden ruhsatları iptal edilir, orman alanları rant uğruna şirketlere devredilmez, su kaynakları özelleştirilmezdi. Fakat görüyoruz ki doğa tahribatı konusunda hiçbir samimi adım yok. Sadece adı “yeşil” olan, ama içeriği gri ve sisli bir yasa getiriliyor.
Karbon Ayak İzi Bahane, Dijital Denetim Şahane!
İklim Kanunu’nu savunanlar, en çok “karbon ayak izi” kavramına sarılıyor. Sanki bu kavram, doğanın tüm dertlerinin reçetesiymiş gibi anlatılıyor. Oysa bu söylemin altında yatan şey, sadece çevresel bilinç değil; toplumu ve üretimi yeniden dizayn etme projesidir. Bu projede karbon bahane, denetim şahane!
🧮 Karbon Ayak İzi: Kimin Ayağı, Kimin Hesabı?
Karbon ayak izi, bireylerin veya şirketlerin atmosfere saldığı toplam sera gazı miktarını ölçen bir hesaplama sistemi. İlk bakışta mantıklı görünüyor: Herkes doğaya verdiği zararın farkına varsın, sorumluluğunu bilsin. Fakat uygulamaya geçtiğimizde sistemin adil değil, denetim odaklı çalıştığını görüyoruz.
Bir köylü kendi tarlasını sürerken ya da hayvanını beslerken dahi “ne kadar karbon saldın?” diye sorgulanacak hale geliyor. Bu da şu anlama geliyor: Üreten, çalışan, toprağa bağlı yaşayan herkes potansiyel bir “iklim suçlusu” gibi görülmeye başlanacak.
Şirketler için ise durum farklı: Büyük sermaye grupları zaten bu kuralları kendi lehine çevirmenin yollarını buluyor. Karbon kredisi alıyorlar, offset anlaşmalarıyla sorumluluklarını “satın alıyorlar” ve yoluna devam ediyorlar. Yani karbonun gerçek yükü yine küçük ölçekli üreticinin, halkın omzuna yıkılıyor.
🧠 Dijital Kayıt – Her Şeyin Takibi
İklim Kanunu’nun en tehlikeli yanlarından biri de, bu karbon verilerinin artık dijital olarak toplanması ve izlenmesi. Kimin ne kadar doğalgaz yaktığı, hangi bölgenin ne kadar enerji tükettiği, kimin ne kadar yakıt kullandığı; her şey kayıt altına alınıyor.
Bunun adı artık “çevre bilinci” değil, biyometrik gözetim çağının ekolojik versiyonu. Bugün karbon ayak izi diyerek başlatılan sistem, yarın bireysel karbon kotası, ardından “dijital karbon pasaportu” gibi kavramlara evrilecek.
Yani “yeşil” adı altında gelen bu sistem aslında sosyal kredi sistemlerinin altyapısını kuruyor. Enerji kullanımı, seyahat, hatta yiyecek tüketimi bile puanlamaya tabi tutulabilecek. Bu da sadece bir çevre meselesi değil; yaşam tarzımıza müdahale eden bir dijital kafesin inşası.
💡 Sorgulamak Zorundayız
Gerçekten bir bireyin tükettiği bir kilo etin ya da yaptığı 50 km’lik yolculuğun karbon hesabı, devasa fabrikaların, orduların ya da petrol devlerinin saldığı emisyon kadar önemli mi? Neden bireyin davranışı mercek altına alınırken, küresel sistemin kirliliği görmezden geliniyor?
Çünkü amaç doğayı korumaktan çok, davranışları kontrol etmek, dijitalleştirilmiş bir gözetim toplumu yaratmak.
İklim Yasasıyla Kim Zenginleşecek?
Her yeni yasa, birilerini zengin eder. Hele ki bu yasa küresel çevre ajandasıyla birlikte geliyorsa, kazananlar bellidir: uluslararası şirketler, finans kuruluşları ve teknoloji tekelleri. Peki İklim Kanunu kimin çıkarına çalışıyor? Bu yasanın kazananı halk mı, yoksa küresel finansörler mi?
💵 Karbon Ticaretinin Gizli Patronları
Kanunun en dikkat çeken maddelerinden biri: karbon ticareti sisteminin kurulması. Bu sistemde, her üreticiye veya sektöre bir karbon salım hakkı verilecek. Aşan cezalandırılacak. Yetmeyen satın alacak. Karbon limiti düşük olan ise fazla hakkını satabilecek.
Bu ne demek? Kısaca, karbon, yeni bir para birimine dönüşüyor. Havaya salınan gaz, artık borsada işlem görecek bir “ürün” haline geliyor. Ancak bu piyasada oynayabilecek oyuncular belli:
- Uluslararası danışmanlık şirketleri
- Karbon kredi aracı kurumları
- Dev enerji holdingleri
- Ve tabii ki küresel bankalar
Yani doğayı kirletenler değil, sistemi kontrol edenler kazanacak. Çiftçi, sanayici ya da esnaf ise bu piyasaya giremeyecek bile. Çünkü onların sermayesi, bu yeni oyuna yetmeyecek.
🏗️ Altyapı Değil, Yazılım Şirketleri Zenginleşecek
İklim Kanunu’nun uygulanabilmesi için devasa dijital sistemler gerekiyor. Uydu takip sistemleri, karbon veri analiz platformları, çevresel puanlama algoritmaları, bölgesel risk yazılımları…
Bu altyapıların hiçbirini Türkiye üretmiyor. Hepsi ya dışarıdan satın alınacak ya da yabancı yazılım firmalarıyla ortaklık kurulacak. Yani kanun çıktıktan sonra yüz milyonlarca dolarlık yeni bir “iklim pazarı” doğacak. Peki bu para kime gidecek? Türk yazılımcıya mı, Anadolu çiftçisine mi? Hayır. Kazanan yine küresel şirketler olacak.
🏦 Bankalar Hazırda Bekliyor
Karbonla ilgili düzenlemelerin en kârlı ayağı da karbon finansmanı. Yani şirketler, üreticiler veya hatta belediyeler bu düzenlemelere uyabilmek için kredi almak zorunda kalacak. Bu da yeni bir borçlandırma alanı demek.
İklim dostu bina yapmak isteyen müteahhit, tarımda dönüşüm yapmak isteyen çiftçi, doğaya duyarlı proje yapmak isteyen belediye… Hepsi krediye muhtaç hale gelecek.
Bu kredileri kim verecek? Tabii ki “yeşil bankacılık” yapan uluslararası finans devleri.
🧩 Büyük Resim: Yeni Ekonomik Sınıflaşma
Bu kanunla birlikte dünyada yepyeni bir ekonomik ayrım oluşuyor:
- Yeşil sınıf: Sisteme uyum sağlayabilen, karbon kredisi alabilen, veri uyumlu firmalar
- Kırmızı etiketliler: Uyumsuz, “doğa düşmanı” olarak damgalanmış, dışlanmış üreticiler
Yani yasa sadece doğaya değil, ekonomik düzene yeni bir kast sistemi getiriyor. Kimlik değil, karbon verinle değerlendirileceksin.
Halk İçin mi, Küresel Elit İçin mi?
İklim Kanunu, kamuoyuna doğayı koruyacak, halkı bilinçlendirecek, yaşanabilir bir gelecek sunacak bir adım olarak tanıtıldı. Peki gerçekten öyle mi?
Yoksa bu yasa, halkın omuzuna yeni yükler yıkmak için ambalajlanmış bir proje mi?
👩🌾 Anadolu’nun Üreticisi Ne Yapacak?
Yasaya göre, tarımda karbon salımı da hesaplanacak. Peki bu hesaplama nasıl olacak?
Bir çiftçi tarlasını sürerken traktörüne yakıt koyduğu için “fazla karbon saldı” diye cezalandırılacak mı?
Hayvan gübresinden çıkan metan gazı sebebiyle küçükbaş hayvancılık yapan köylü, “kirletici” ilan mı edilecek?
Bu sorulara somut cevap yok. Çünkü sistem küçük üreticinin ne yaşayacağını umursamıyor. Asıl amaç, onları “verimsiz” ilan ederek sistem dışına itmek ve yerine “iklim dostu” endüstriyel çiftlikleri getirmek. Yani Anadolu köylüsünün, binlerce yıllık üretim geleneği, karbon bahanesiyle tasfiye ediliyor.
🏙️ Şehirli Vatandaşa Dijital Kısıt
Yarın bir gün karbon tüketimin fazla denilerek;
- Araba kullanımına kota gelir mi?
- Yurt dışı seyahate limit konur mu?
- Et tüketimi puanlanır, fazla tüketene vergi uygulanır mı?
Hepsi mümkün. Çünkü iklim politikaları artık sadece doğayı değil, bireyin yaşam biçimini şekillendirmeye yönelik.
Bunu kim yapıyor? Seçilmişler değil, atanmış küresel çevre otoriteleri…
🏢 Küçük Esnafın Geleceği
Bir marangoz, bir tamirci, bir dökümcü… Hepsi artık “çevre dostu üretim” yapmak zorunda.
Ama bu üretim biçimini uygulamak için yatırım gerek, altyapı gerek, belge gerek.
Yani küçük esnaf ya kredi alacak, ya borçlanacak ya da dükkanı kapatacak.
Sonuç? Küçük üretici sahneden çekilecek, yerine zincir mağazalar ve dijital platformlar gelecek.
Bu bir çevre meselesi değil, sermayeyi merkezileştirme operasyonu.
🧠 Kimin İçin, Kime Rağmen?
Bu yasada ne yerel halkın sesi var, ne çiftçinin, ne de tüketicinin.
Olmayan ne var:
- Madenlerin durdurulması
- Orman kıyımlarının yasaklanması
- Şehir rant projelerinin iptali
- GDO’lu tohumların sınırlandırılması
Bunlar gerçekten doğayı korumak isteyen bir yasa metninde olmalıydı. Ama yok.
Çünkü bu yasa halk için değil, küresel elit için yazılmış bir şablonun Türkçeye çevrilmiş hali.
Gerçek Çevrecilik Ne Değildir?
Bugün her yerde “çevre dostu”, “yeşil dönüşüm”, “iklim adaleti” gibi kulağa hoş gelen terimler dolaşıyor.
Peki bu söylemler gerçekten samimi mi? Yoksa doğayı kurtarmak yerine insanı dönüştürme projesinin yumuşatılmış maskesi mi?
Gerçek çevrecilik nedir, daha da önemlisi ne değildir? Gel birlikte cevaplayalım.
🚫 Gerçek Çevrecilik, Rant Projelerini Görmezden Gelmez
İstanbul’un ormanlarını talan eden üçüncü köprü projesi, kanal projeleri, sahil dolguları, mega inşaat ihaleleri…
Bunlar çevreye değil, müteahhitlere dost projelerdir.
Ama nedense İklim Kanunu’nda bunlardan tek kelime yok. Çünkü bu yasa güçlüye değil, zayıfa karşı işletilecek.
🚫 Gerçek Çevrecilik, Halkı Suçlu İlan Etmez
Bir köylünün tarlasında yaktığı ateşi ya da bir esnafın klima kullanımını “iklim suçu” ilan etmek kolaydır.
Asıl mesele; doğayı gerçekten tahrip eden, yeraltı kaynaklarını sömüren, şehirleri beton mezarlığa çeviren sistemleri değiştirmektir.
Ama bu yasa, doğrudan değil dolaylıyla uğraşıyor: Halkla.
Bu nedenle bu kanun halkçı değil, bürokratik ve sermaye odaklıdır.
🚫 Gerçek Çevrecilik, Doğayı Metalaştırmaz
Karbon ticaretiyle doğa pazara sürüldü.
Toprak, su, hava artık “veri” ile ölçülüyor ve veriyle puanlanan her şey, eninde sonunda ticari mala dönüşür.
Bu durum, doğayı korumak değil; doğayı sistem içine almak ve kontrol etmek demektir.
✅ Gerçek Çevrecilik Nedir?
- Madenlerin denetlenmesidir
- GDO’lu tarımın yasaklanmasıdır
- Ormanların ve su kaynaklarının halk eliyle korunmasıdır
- Tohumun, toprağın, havanın halkın elinde kalmasıdır
- Yerel üretimin teşvik edilmesi, doğa ile uyumlu yaşamın desteklenmesidir
Gerçek çevrecilik, doğayı koruma bahanesiyle insanı baskılamak değil, insanla birlikte doğayı yaşatmak demektir.
🎯 Son Söz
“İklim Kanunu” adı altında halkın üretimi, yaşam tarzı ve özgürlüğü tehdit altına sokuluyorsa;
bu yasa doğanın değil, dijital tahakkümün yasasıdır.