Ateizm Nedir, Ne Değildir?
Ateizm, basitçe Tanrı’nın varlığına inanmamak anlamına gelir. Bu tanım ilk bakışta sade görünse de, arkasında oldukça karmaşık bir düşünsel sistem vardır. Birçok ateist kendisini “dinsiz” olarak değil, “aklın ve bilimin tarafında” olarak tanımlar. Onlara göre inanç, mantıksızlıktır; din ise insanlık tarihinin erken dönemlerine ait bir zayıflıktır.
Başlık Listesi
- Ateizm Nedir, Ne Değildir?
- Ateistlerin Dayandığı Temel Görüşler
- Tanrısız Bir Evren Tutarlı mı?
- Ahlak ve Anlam Sorunu – Tanrı Olmadan Yönsüz Bir Yaşam
- Zihnin Derinlikleri – Bilinç, Vicdan ve Sezgi Sadece Maddeyle Açıklanabilir mi?
- Ateizmin Yanılgıları – Bilim Tanrı’ya Engel Değil, Yol Olabilir
- İnanç Bir Dayatma Değil, Davettir
Bu düşünce biçimi, özellikle 18. yüzyılda Aydınlanma Çağı ile güç kazandı. Kilisenin dogmatik yapısına karşı çıkan düşünürler, Tanrı fikrinin toplumları korku ve itaate mahkûm ettiğini savundu. O tarihten itibaren ateizm, özgürlük ve akıl ile özdeşleştirilen bir konuma oturtuldu. Günümüzde de özellikle Batı toplumlarında bu eğilim artarak devam etmektedir. İnançlı olmak, bazı çevrelerde “bilimden uzak, dogmatik” olarak algılanmakta; ateizm ise “ilericilik, modernlik ve rasyonalite” olarak pazarlanmaktadır.
Ancak burada dikkat çekilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır: Ateizm, sadece bir “inançsızlık” değildir. Aynı zamanda bir ön kabul sistemidir. Tanrı yoktur demek, bir bilgi iddiasıdır. Bu iddia da tıpkı “Tanrı vardır” önermesi gibi bir inanç düzlemi gerektirir. Çünkü “yokluk” da ispat ister. Dolayısıyla ateizm, nötr bir pozisyon değil; evrene, hayata ve insana dair belirli kabullerle kurulmuş aktif bir dünya görüşüdür.
Ayrıca ateizm, sadece teizmi değil, tüm doğaüstü varlık anlayışlarını reddeder. Melek, ruh, cennet, cehennem, kader, dua gibi kavramlar; ateist bakış açısına göre bilimsel temeli olmayan uydurmalardır. İnsan, tamamen biyolojik bir makinedir; düşünceler, sadece nöronların kimyasal tepkilerinden ibarettir. Bu nedenle, bilinç, ruh, sevgi, vicdan gibi soyut kavramlar da evrimsel hayatta kalma araçları olarak açıklanır.
Ateist biri, yaşamın anlamını da evrimin ve bireysel tercihin şekillendirdiği bir yanılgı olarak görür. Hayatın amacı yoktur; sadece vardır. Evren kör, sağır ve bilinçsiz bir oluşumdur. İnsan ise onun içindeki tesadüfi bir yan üründür. Bu tablo içinde ahlak, anlam, sevgi ve umut gibi kavramların nesnel temeli yoktur; ancak toplumlar arası anlaşmayı kolaylaştıran faydacı araçlardır.
Elbette tüm ateistlerin bu fikirleri birebir paylaştığını söylemek zor. Fakat modern ateizm, büyük oranda bu çerçevede şekillenmiştir. Richard Dawkins, Sam Harris, Christopher Hitchens ve Daniel Dennett gibi “Yeni Ateizm” temsilcileri, yukarıda saydığımız temel kabulleri açıkça dile getirmiştir.
Bu noktada yazının amacını yeniden hatırlamak gerekir: Ateizmi kötülemek değil, onu kendi kavramlarıyla anlamak ve sonrasında onunla fikir düzeyinde hesaplaşmak. Çünkü anlam arayışı sadece inananlara özgü bir hakikat sevdası değildir; ateist biri de “neden varız?” sorusunu sorar. Ancak verdiği cevap, çoğu zaman daha büyük soruları doğurur.
Ateistlerin Dayandığı Temel Görüşler
Ateist düşüncenin yapıtaşları, sadece Tanrı inancının reddinden ibaret değildir. Bu düşünce biçimi; bilimi, mantığı ve deneyimi tek geçerli bilgi kaynağı olarak kabul eder. İnancı, kişisel bir yanılsama ya da evrimsel bir savunma mekanizması olarak değerlendirir. Ateist bakış açısına göre, evreni açıklamak için doğa yasaları yeterlidir. Bu nedenle, Tanrı gibi aşkın ve gözlemlenemeyen bir varlığa ihtiyaç yoktur.
Aşağıda ateistlerin en çok dile getirdiği temel görüşleri özetliyoruz:
1. Tanrı Gözlemlenemiyor, Bu Yüzden Yoktur
Ateistlerin belki de en temel savı şudur: “Tanrı’yı göremiyoruz, duyamıyoruz, ölçemiyoruz. Dolayısıyla Tanrı varsayımı bilimsel değildir.” Onlara göre, bilimsel düşünce gözleme, deneye ve tekrar edilebilirliğe dayanır. Tanrı fikri ise bunların hiçbirini karşılamaz.
Bu yüzden Tanrı kavramı, bilimsel yöntemle doğrulanamayan ve dolayısıyla anlamsız bir iddiadır. Bu düşünceye göre, varlık ancak duyularla ya da araçlarla ölçülebilirse gerçektir. Ölçülemeyen şeyler yok hükmündedir.
2. Bilim Her Şeyi Açıklayabilir
Modern ateistler, özellikle evrim teorisini, büyük patlama modelini ve nörobilimsel gelişmeleri kullanarak dinî anlatıların artık gereksiz kaldığını savunur.
“Eskiden insanlar Tanrı’ya inanıyordu çünkü güneşin nasıl doğduğunu bilmiyorlardı. Şimdi biliyoruz.” şeklinde düşünürler.
Onlara göre:
- Evren kendiliğinden oluşmuştur.
- Canlılar tesadüfî mutasyonlarla evrimleşmiştir.
- İnsan zihni, beynin kompleks işleyişinden ibarettir.
Dolayısıyla Tanrı’ya ihtiyaç yoktur. Bilim, geçmişte Tanrı’ya yüklenen tüm işlevleri zaten devralmıştır ve daha da alacaktır.
3. Dinler Çelişkili, Tanrılar Çok, Hepsi Mi Doğru?
Ateistler sıklıkla şunu sorar:
“Binlerce din, binlerce Tanrı var. Sadece seninkinin doğru olduğunu neye göre savunuyorsun?”
Bu düşünceye göre dinler, kültürün ve coğrafyanın ürünüdür. İnsanlar doğdukları yere göre Hristiyan, Müslüman ya da Hindu olurlar. Hepsi kendi inançlarının mutlak doğru olduğuna inanır.
Dolayısıyla Tanrı inancı; evrensel bir gerçek değil, kişisel ve toplumsal bir yanılsamadır.
4. Kötülük Problemi: Tanrı Varsa Neden Acı Var?
Ateistlerin en duygusal ve en güçlü savunmalarından biri “kötülük problemi”dir. “Eğer Tanrı iyi ve kudretliyse, bu kadar acıya neden izin veriyor?” diye sorarlar. Savaşlar, hastalıklar, depremler, çocuk ölümleri gibi olaylar, ateistlere göre Tanrı’nın ya var olmadığını ya da umursamadığını gösterir.
Bu argümana göre:
- Ya Tanrı güçlü değildir, engel olamıyordur.
- Ya iyi değildir, engel olmak istemiyordur.
- Ya da yoktur.
Üç seçenek de klasik teist Tanrı anlayışını çürütür.
5. Tanrı Olmadan da Ahlaklı Olunabilir
Bir diğer temel iddia şudur: “Ahlak için dine gerek yok. Biz de iyilik yapıyoruz, kimseyi öldürmüyoruz, kimseye zarar vermiyoruz. Bunun için bir Tanrı’ya inanmaya gerek yok.”
Bu argümana göre, empati, toplumsal uyum ve evrimsel fayda, ahlakın kökenini açıklar. Ateist biri iyi davranabilir; çünkü bu, türün devamı ve toplumun düzeni için gereklidir. Tanrı korkusuyla değil, insanlık duygusuyla yaşamak mümkündür.
6. Ölümden Sonra Hiçlik
Ateist dünya görüşüne göre ölüm, bilincin tamamen son bulmasıdır. Ruh yoktur; insan öldüğünde tıpkı bir bilgisayarın kapanması gibi, beyin durur ve varlık sonlanır. Bu bakışa göre ölümden sonra bir hayat arayışı, insanların kendi ölümlülük korkularını bastırma çabasından ibarettir.
Bu fikirlerin her biri kendi içinde tutarlı gibi görünür. Özellikle modern birey için çekici olan tarafları vardır: özgürlük, bağımsız düşünce, bilimsellik… Ancak bu savunular gerçekten sorgulandığında, birçok çelişki ve cevapsız soru ortaya çıkar.
Şimdi sıradaki bölümde bu görüşleri tek tek ele alacağız.
Tanrısız Bir Evren Tutarlı mı?
Ateist düşünce, ilk bakışta sade ve anlaşılır bir çerçeve sunar: Tanrı yoktur, doğa yasaları vardır. Bilim işler, mantık yürür, gözlem yapılır. Ancak bu çerçevenin dışına çıkıldığında, yani daha derine inildiğinde önemli sorular ortaya çıkar. Şimdi ateist argümanların her birini, onların mantığına sadık kalarak tek tek değerlendirelim.
1. “Tanrı’yı Gözlemleyemiyoruz” İddiası: Gözlenemez Olan Gerçek Dışında mıdır?
Bilimsel yöntem, gözleme ve deneye dayanır. Bu doğrudur. Ancak insanın gözleyemediği birçok şeyin varlığına inanması da bir o kadar gerçektir. Örneğin bilinç, sevgi, acı, matematiksel kavramlar, hatta zaman… Hiçbiri doğrudan gözlemlenemez ama vardır. Çünkü etkilerini hissederiz, sonuçlarını yaşarız.
Tanrı da bu sınıfa girer: Varlığı doğrudan ölçülemez ama evrenin işleyişi, düzeni, matematiksel hassasiyeti onun varlığına işaret eder. Bir başka sorun da şudur: Gözlemleyemediğimiz her şeyi yok sayarsak, bilimin sınırlarını gerçeğin sınırı zannetmiş oluruz. Bu ise bilimsel düşüncenin özüne aykırıdır.
2. “Bilim Her Şeyi Açıklayabilir” İddiası: Bilim Neyi Açıklamaz?
Bilim, “nasıl” sorusunu açıklar ama “neden” sorusuna cevap veremez. Örneğin, yerçekiminin nasıl işlediğini biliriz, ama neden var olduğunu hâlâ bilmiyoruz.
Evrim teorisi, türlerin zamanla değiştiğini gösterir. Ama bilincin nereden geldiğini açıklamaz. Büyük Patlama teorisi, evrenin bir başlangıcı olduğunu söyler. Ama başlangıcın nedenini açıklayamaz. Kuantum fiziği, parçacıkların davranışlarını açıklar. Ama bu davranışların arkasındaki anlamı bilemez.
Dolayısıyla bilim, Tanrı’yı çürütmez. Sadece Tanrı’nın elini perde arkasında tutar. Ateizmin yaptığı şey, bu perdeyi mutlaklaştırmak ve perdeyi görünür sayıp, perdenin arkasını yok farz etmektir.
3. “Birçok Din Varsa, Hiçbiri Doğru Değildir” Mantığı: Tümevarım Hatası
Ateist argümanlardan biri, “Bu kadar çok Tanrı inancı varsa, hepsi nasıl doğru olabilir?” şeklindedir.
Fakat bu, mantıksal bir hata barındırır: “Hepsi doğru olamaz” demek, “hiçbiri doğru değildir” anlamına gelmez.
Aynı şekilde, farklı tıp sistemlerinin olması tıbbı geçersiz kılmaz. Farklı matematik sistemleri olması, 2+2’nin 4 ettiği gerçeğini değiştirmez. Bu bakış açısıyla gerçekliğe değil, çoğulluğa bakılarak inkâr yapılmış olur.
Birden fazla inanç olması, hepsinin yanlış olduğu anlamına değil; birinin doğru, diğerlerinin sapma olabileceği anlamına da gelir. Bu durumda yapılması gereken şey, gerçeği aramaya devam etmektir; reddetmek değil.
4. “Kötülük Varsa Tanrı Yoktur” Çıkmazı: Sadece Acıya Odaklanan Bakış
Bu argüman oldukça güçlü görünür ama eksiktir. Çünkü acı ve kötülük, her zaman yokluk veya anlamsızlık göstergesi değildir.
- Ağrı, vücudun savunma mekanizmasıdır.
- Zorluklar, karakter inşa eder.
- Kaybettiklerimiz, sahip olduklarımızı anlamamızı sağlar.
Üstelik kötülüğün varlığı, iyiliğin değerini anlamamızı sağlar. Karanlık olmadan ışığın ne olduğunu bilemezsin.
En önemlisi şudur: Eğer kötülük varsa, iyiliği nasıl tanımlıyoruz? İyilik ve kötülüğü ayırt edebilmemiz için bir ölçüt olması gerekir. Tanrı’nın yokluğunda bu ölçüt kim tarafından, neye göre belirlenmektedir?
Ateist sistemde hiçbir şey mutlak değildir. Ahlak görecelidir. Bu durumda “kötülük” bile tanımsız kalır.
5. “Tanrı Olmadan da Ahlaklı Olunur” İddiası: Neye Göre Ahlak?
Ateist biri elbette ahlaklı olabilir. Bu doğrudur. Ancak burada sorgulanması gereken şey, ahlakın kaynağıdır.
- Neye göre “iyi”?
- Neye göre “kötü”?
- Eğer herkes kendi doğrusuna göre yaşarsa, ahlakın evrensel bir anlamı kalır mı?
Eğer ahlak sadece toplumun uzlaşmasıysa, Hitler’in Almanyası da bir “uzlaşı”ydı. O hâlde zulüm, çoğunluk desteğiyle haklı mı olur?
Tanrı fikri, evrensel bir referans noktası sunar. Tanrı olmadan ahlak olabilir ama temeli boşlukta kalır. İnsan, kendi ölçüsünü kendisi koyduğunda, eninde sonunda onu çiğner.
6. “Ölümden Sonra Hiçlik”: Umutsuzluğun Normalleşmesi mi?
Ateist düşüncede ölüm bir son, yaşam ise tesadüflerin toplamıdır. Bu görüş, kişiye bir rahatlık hissi verebilir: “Nasıl olsa her şey bitecek.” Fakat bu aynı zamanda büyük bir varoluşsal boşluk üretir:
“Öyleyse neden yaşıyorum?”
Hiçlik inancı, kısa vadede özgürlük gibi görünür; ama uzun vadede anlamsızlık, değersizlik ve nihilizmi doğurur.
Hayat, ölümle silinecekse; başarı, sevgi, fedakârlık, mücadele neden var? Tüm çabalar, sonsuz bir hiçliğe gidecekse, o zaman “değer” dediğimiz şey yalnızca geçici bir teselli midir?
Tanrı düşüncesi; ölümün son olmadığını, varoluşun bir amacı olduğunu ve bu hayatın sadece bir durak olduğunu söyler. Ateizm ise hayatı sadece bir tesadüf ve geçici haz olarak sunar. Hangisi daha tutarlı değil, hangisi daha derin bir açıklama getiriyor sorusunu sormak gerekir.
Ahlak ve Anlam Sorunu – Tanrı Olmadan Yönsüz Bir Yaşam
Bir insan Tanrı’ya inanmasa da iyilik yapabilir mi? Elbette yapabilir. Bir ateist sevgi dolu, adaletli, merhametli ve yardımsever olabilir mi? Elbette olabilir.
Ancak burada esas sorulması gereken şey bu değil. Soru şudur: Tanrı fikri olmadan, “iyilik” dediğimiz şeyin bir anlamı, temeli ve evrenselliği olabilir mi?
Ateist sistem, ahlakı evrimsel süreçlere, toplumsal uzlaşıya ya da bireysel tercihlere bağlar. Bu açıklamalar ilk bakışta tatmin edici gibi görünse de, altına inildiğinde büyük bir belirsizlik ortaya çıkar.
Ahlakın Göreceliği: Kim Haklı, Kim Haksız?
Eğer Tanrı yoksa, evrensel bir “iyi” ve “kötü” tanımı da yoktur. Ahlak, o zaman kişisel veya kültürel tercihlere indirgenmiş olur.
Bu da şu soruları beraberinde getirir:
- Kadın sünneti bazı toplumlarda “ahlaki” sayılıyor. Kim yanlış?
- Nazi Almanyası’nda Yahudilere yapılanlar, toplum tarafından destekleniyordu. O hâlde bu “doğru” muydu?
- Birey kendi hazzını artırmak için bir başkasına zarar verirse, bunu neye göre yargılayacağız?
Eğer hiçbir mutlak referans noktamız yoksa, tüm ahlaki yargılar öznel hale gelir. Yani bir kişinin “iyi” dediğine, bir başkası rahatlıkla “kötü” diyebilir. Bu durumda ahlak, göreli ve geçici bir araçtan başka bir şey değildir.
Tanrı fikri ise, bu öznel karmaşayı bir merkezle sabitler. “Yapma, çünkü bu evrensel düzene aykırıdır.” der. Bu merkez olmazsa, her birey kendi merkezini koyar ve kaos kaçınılmaz olur.
Anlam Meselesi: Amaçsız Bir Hayat, Değersiz Bir Mücadele
Tanrı’sız bir dünyada hayatın anlamı ne olabilir? Ateist görüş genellikle şuna indirgenir: “Hayatın anlamı, senin verdiğin anlamdır.”
Peki ama bu durumda:
- Bir başkasının verdiği anlam neden seninkinden daha az değerli olsun?
- Seri katil birinin “hayatın anlamı öldürmektir” demesiyle, bir annenin “çocuğuma bakmaktır” demesi arasında objektif olarak ne fark vardır?
Eğer Tanrı yoksa, anlam da kişisel bir yanılsamaya dönüşür. Hayat; rastgele, amaçsız ve geçici bir süreçtir. Doğarsın, yaşarsın, ölürsün. Geride kalan hiçbir şeyin, mutlak anlamda önemi yoktur.
Bu düşünce tarzı, başta özgürlük hissi verir: “Kimse bana ne yapacağımı söyleyemez.” Ama zamanla içsel boşluk, yönsüzlük ve anlamsızlık doğurur.
Tanrı inancı ise, yaşama “dışsal ve aşkın” bir anlam yükler. Sen bir tesadüf değil, bir maksatla yaratılmış varlıksın der. Acının da, mücadelenin de, ölümün de bir amacı vardır. Bu perspektif, hayatı yük gibi değil, emanet gibi görmeni sağlar.
Ahlak ve Anlam Bilinçle Bağlantılıdır
İnsan yalnızca biyolojik bir organizma değildir. İnsan; düşünen, hisseden, sorgulayan bir bilinçtir. Bu bilinç, sadece yaşamakla yetinmez; neden yaşadığını da bilmek ister.
Eğer ahlak ve anlam, evrimsel hayatta kalma stratejileri ise, o zaman sevgi, fedakârlık, sanat, merhamet gibi kavramların varlığı nasıl açıklanacaktır?
- Bir annenin çocuğu için canını vermesi, biyolojik program mı?
- Bir sanatçının ömrünü sanatına adamış olması, sadece dopamin tepkisi mi?
- Birinin hiçbir çıkarı olmadan başkasına yardım etmesi, evrimsel avantaj mı?
Bu tür sorular, bilincin ve insan ruhunun fizik ötesi bir temeli olduğunu düşündürür. Ateizm ise tüm bu gerçeklikleri sadece maddeye indirger. Bunu yaparken de insanın en temel yönünü, yani ruhsal varlığını göz ardı eder.
Ahlak ve Anlamın Kırılganlığı
Tanrı fikri olmadan:
- Ahlak, görecelidir.
- Anlam, geçicidir.
- Değer, değişkendir.
- İyilik, tercihtir.
- Ölüm, sondur.
Bu tablo, modern insanın içinde bulunduğu ruhsal buhranın da temelini açıklar. İnançsızlık sadece Tanrı’yı değil; değeri, anlamı ve amacı da yok eder. Geriye yalnızca “ben” kalır… ama bu “ben” neye dayanır?
Zihnin Derinlikleri – Bilinç, Vicdan ve Sezgi Sadece Maddeyle Açıklanabilir mi?
İnsan beyninin nöronlardan oluştuğu doğrudur. Nöronlar elektriksel ve kimyasal yollarla bilgi taşır. Fakat beyin, her ne kadar maddeyle çalışsa da, ortaya çıkan şey yalnızca madde midir?
İşte burada ateizmin temellendiği materyalist (madde temelli) düşünce ciddi bir sınava girer. Çünkü insan sadece düşünen değil, düşündüğünün farkında olan bir varlıktır. Ve bu farkındalık, yani bilinç, henüz hiçbir bilimsel sistem tarafından tam anlamıyla açıklanamamıştır.
Bilinç: Beynin Ürünü mü, Beyne Yansıyan mı?
Ateist düşünceye göre bilinç, beynin işleyişinin bir sonucudur. Yani biz, sadece beynimizin yaptığı işlemlerin farkına varıyoruz.
Ancak burada iki temel problem vardır:
- Bilinç ne zaman başlar?
Bebeklikte mi? Uykuda mı? Ölüm anında mı?
Beyin hâlâ çalışırken bilinç kaybolabiliyor. O hâlde sadece nöron aktivitesiyle açıklamak mümkün mü? - Bilinç neden var?
Hayatta kalmak için acı hissetmek yeterliydi.
Ama neden güzelliği hissederiz, müziği anlamlandırırız, bir duanın huzuruna kapılırız?
Bilinç, yalnızca hayatta kalmak için değil; anlam aramak, hissetmek, sorgulamak için de vardır.
Bu, mekanik bir sistemin ürünü olamaz. Çünkü makineler çalışır ama kendilerinin çalıştığını bilmez.
İnsan ise hem çalışır, hem düşündüğünü bilir, hem de düşündüğünü düşünür.
Bu katmanlı farkındalık, ruha işaret eder.
Vicdan: Evrimsel Bir Araç mı, Evrensel Bir Uyarı mı?
Bir çocuk, henüz ona “ahlak” öğretilmeden önce bile, yaptığı bazı şeylerden rahatsızlık duyar. Yalan söylediğinde sıkılır, başkasına zarar verdiğinde korkar. Bu içsel uyarı sistemine biz “vicdan” diyoruz.
Ateist açıklamalar vicdanı toplumsal kuralların içselleştirilmiş hali olarak yorumlar. Ancak burada önemli bir soru vardır: Toplum henüz oluşmamışken vicdan nasıl vardı?
Bazı şeylerin yanlış olduğunu hiç kimse söylemeden bilebilmek, içimizde doğuştan bir pusulanın olduğuna işaret eder. Vicdan, ahlakın sosyal değil, yaratılışsal bir bileşeni olabilir mi?
Eğer her şey evrimle açıklanıyorsa, neden vicdan bazı zamanlarda hayatta kalmaya karşı işler? Mesela biri canını tehlikeye atarak başkasını kurtarır. Bu biyolojik fayda ile açıklanamaz. Bu, sadece insanın içinde “yapılması gereken”e karşı duyduğu sadakattir ve bu sadakat, Tanrı fikrine açılan içsel bir kapıdır.
Sezgi ve İlham: Bilinçdışı mı, Başka Bir Kaynak mı?
Bir matematikçi rüyasında bir formül görür.
Bir besteci melodiyi duyduğunu söyler.
Bir ressam “elim değil, ruhum yaptı” der.
Bir anne, çocuğunun başına bir şey geldiğini hissettiğini söyler.
Tüm bu örnekler, sezginin ve ilhamın sadece bilinçaltı verilerden oluşmadığını düşündürür.
Çünkü bazen bilgi bilinç öncesi gelir. Hazır değildir ama birden belirir. Sanki dışsal değil, üstsel bir kaynaktan aktarılır gibidir.
Ateist açıklamalar bu gibi durumları ya tesadüf, ya da beynin oyunları olarak açıklar. Ancak insan sezgisinin bu kadar isabetli ve anlamlı olması, bu açıklamalarla uyuşmaz. Belki de sezgi, Tanrı’nın insan kalbine attığı yönlendirici bir ışık gibidir.
İçsel Evrensellik: Hepimizin Ortak Dili
Farklı milletler, farklı dinler, farklı diller…
Ama bazı şeyler herkes için aynıdır:
- Adalet hissi
- Sevginin tanımı
- Fedakârlığın değeri
- Utanma duygusu
- Doğruyu bulma arzusu
Bu ortaklıklar sadece kültürle açıklanamaz. Çünkü kültür değişse bile bazı değerler değişmeden kalır. Bu da insanın içine yazılmış bir “kod” olduğunu gösterir.
Bu kodun yazarı kimdir? Doğa mı? Rastlantı mı? Evrim mi? Yoksa… Tanrı mı?
Zihnin Sınırlarını Aşan Gerçeklik
Ateist düşünce, zihni sadece fiziksel bir makine olarak görür. Ancak insan zihni, kendini, evreni, varoluşu ve yok oluşu sorgulayan bir bilinçtir. Bu sorgulama, sadece maddeye indirgenemez.
Bilinç, vicdan, sezgi… Bunların her biri fizik ötesi bir kaynağa işaret eder. Bu kaynak görülemez, ölçülemez ama inkâr edilemez.
Ateist sistem bu gerçekliği açıklamakta zorlanır. Çünkü materyalizmin dili, ruhun derinliğine yetmez ve bu da, Tanrı’sız bir evren anlayışının en büyük zaaflarından biridir.
Ateizmin Yanılgıları – Bilim Tanrı’ya Engel Değil, Yol Olabilir
Ateist düşüncenin belki de en güçlü dayanağı bilimdir. Modern dünyada bilim, adeta bir inanç sistemine dönüşmüş; her sorunun cevabının orada bulunacağına dair bir güven doğmuştur. Bu yüzden birçok ateist, “bilim varsa Tanrı’ya gerek yok” şeklinde düşünür. Ancak bu düşüncenin yüzeysel ve indirgemeci bir yaklaşım olduğu görülüyor.
Çünkü bilim, ne Tanrı’yı inkâr eder, ne de Tanrı’yı kanıtlar. Bilim sadece var olanı inceler. Ama “neden var?”, “ne için var?”, “kim başlattı?” gibi sorular bilimsel yöntemin sınırları dışındadır.
Bilim Ne Söyler, Ne Söyleyemez?
Bilim, doğa yasalarını açıklamak için vardır. Ama doğa yasalarının neden var olduğunu açıklayamaz.
- Yerçekimini ölçebiliriz, ama neden olduğunu bilmiyoruz.
- Işığın hızını hesaplayabiliriz, ama neden sınırlı olduğunu bilmiyoruz.
- Evrende matematiksel bir düzen olduğunu kabul ederiz, ama bu düzenin kimin eseri olduğunu bilim söyleyemez.
Özetle, bilim nasıl sorusunu cevaplar. Ama neden sorusu, bilimin değil; felsefenin ve inancın alanıdır.
Ateist düşünce, bilimin bu sınırlarını göz ardı edip, her şeyi açıklayabileceğini varsayar. Oysa bazı sorular, bilimle değil, akılla ve sezgiyle kavranabilir.
Evrenin Başlangıcı: Başlatıcıya İşaret mi?
Büyük Patlama teorisi, evrenin bir başlangıcı olduğunu kabul eder. Bu kabul, Tanrı’nın varlığıyla ilgili felsefî bir kapı aralar. Çünkü her başlangıcın bir başlatıcısı olmalıdır.
Ateist bakış açısı bu noktada şunu der: “Evren kendi kendine oluşmuş olabilir. ”Ama burada durup sormak gerekir:
- Hiçlikten nasıl bir şey çıkabilir?
- Kendi kendini başlatan bir sistem mantıklı mıdır?
- Rastgelelikten bu kadar düzenli bir yapı nasıl oluşur?
Evrenin sabit hızda genişlemesi, enerji dengesi, fizik sabitlerinin hassas ayarı… Tüm bunlar; evrenin başıboş değil, bilinçli bir sistemle kurulduğuna işaret eder. Yani bilim ilerledikçe, evrenin kör tesadüflerle açıklanamayacak kadar ince ayarlı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hayatın Karmaşıklığı: Tesadüfle Açıklanamaz Düzeyde mi?
DNA molekülü, yaklaşık 3 milyar karakterlik bir bilgi içerir. Bu bilgi, canlıların tüm yapı taşlarını belirler. Adeta biyolojik bir yazılım gibi işler.
Ateist sistem, bu bilgi yumağının tesadüfî mutasyonlarla oluştuğunu iddia eder. Fakat basit bir bilgisayar kodu bile bir yazılımcı gerektirirken; DNA gibi karmaşık bir sistemin yazarsız olduğunu savunmak, mantıksal bir çelişkidir.
Ayrıca canlı organizmalarda amaçlılık görülür. Organlar rastgele oluşmuş değil, işlev odaklıdır. Göz görmek için, kalp pompalamak için, ciğer oksijen için vardır.
Amaçlılık, rastlantıya değil; niyete işaret eder. Bu da bilimsel gözlemlerin, Tanrı’yı inkâr değil; işaret ettiğini gösterir.
Bilime İnanan, Tanrı’ya da İnanır mı?
Bu soruya cevap vermek için bilim tarihine bakmak yeterlidir. En büyük bilim insanlarının çoğu Tanrı’ya inanıyordu:
- Isaac Newton: Evrenin yasalarını bulduğunda, “Bu yasaları koyan bir zeka olmalı” dedi.
- Max Planck: “Bilim insanı araştırmasının sonunda Tanrı ile karşılaşır.”
- Einstein: “Evrenin anlaşılabilir olması, bir mucizedir.”
- Francis Collins: İnsan genom projesinin başındaki bu bilim adamı, dindar bir Hristiyandır.
Yani bilimsel düşünce, Tanrı inancıyla çelişmez. Aksine, birçok bilim insanı bilim sayesinde inanca yönelmiştir. Çünkü bilimsel keşifler, evrenin bir düzen ve zeka eseri olduğunu düşündürür.
Ateist İnanç: Bilimi Dinleştirmek
İronik bir şekilde, birçok ateist bilimi inanç gibi kullanır. “Bilim gelecekte her şeyi açıklayacak.”
“Tanrı yok, çünkü bilim bir gün onu açıklayacak.”
Bu tür ifadeler, aslında bilimsel değil, inançsal ifadelerdir. Çünkü henüz kanıtı olmayan bir şeye güvenmek, inançtır.
Bu noktada ateizm, kendini rasyonel gibi gösterse de; aslında kendi içinde bir iman sistemine dönüşür: “Bilim ne derse doğrudur. Bilim açıklayamıyorsa, sorun yoktur.”
Oysa bu, eleştirdikleri dinî dogmalardan farksız bir bakıştır. İnançsızlık, burada kendi içinde çelişen bir inanca dönüşmektedir.
Bilimle Tanrı’ya Ulaşmak Mümkün mü?
Elbette bilim, Tanrı’yı ispatlamaz. Ama Tanrı’ya işaret eder. Gözlemledikçe düzeni görürüz. Düzeni gördükçe aklı ararız. Aklı aradıkça, o aklın kaynağına yöneliriz.
Yani bilimle yola çıkan biri, bir noktadan sonra ya inkâra ya da imana varır. Bu, bilginin değil; niyetin ve yüreğin yolculuğudur.
Tanrı’yı inkâr edenler, bilimi duvar gibi kullanır. Ama gerçekten arayanlar için, bilim bir kapıya dönüşür ve o kapının ardında, evreni var eden sonsuz bir kudret durmaktadır.
İnanç Bir Dayatma Değil, Davettir
Ateizm, modern dünyada kendisini özgürlüğün, aklın ve bilimin tarafı olarak sunuyor. İnancı ise dogmanın, cehaletin ve geçmişin bir kalıntısı gibi gösteriyor. Fakat bu yazıda gördük ki; ateizm, her ne kadar özgürlük iddiasıyla yola çıksa da, sonunda insanı anlamsızlık ve yönsüzlükle baş başa bırakıyor.
Tanrı yoksa, iyiyle kötüyü kim belirler? Hayat neden var? Ölüm ne içindir? Sevgi nedir? Vicdan neden konuşur? Bilinç nasıl mümkün oldu?
Bu sorulara verilecek cevaplar, sadece bilgi değil; aynı zamanda yol ve yön gerektirir ve işte tam bu noktada, inanç devreye girer.
İnanç, aklın düşmanı değil; tamamlayıcısıdır. İnanç, düşünmeyi yasaklayan değil; düşünmeyi derinleştiren bir çağrıdır. Tanrı’ya inanmak, bir boşluğa sığınmak değil; gerçeğin ağırlığını taşımaya razı olmaktır.
İnanç Bir Kaçış Değil, Bir Yüzleşmedir
İnanç, insanın varoluşuna dair büyük sorularla dürüstçe yüzleşmesidir. İnançlı bir insan, sadece “Tanrı var” demez. Aynı zamanda “ben neden varım, bu dünyadaki yerim nedir, neye hizmet ediyorum?” gibi derin sorular sorar.
Ateizm ise bu soruları ya cevapsız bırakır ya da “sorulması gereksizdir” diyerek geçiştirir. Bu da onu entelektüel olarak zayıf bir pozisyona iter. Çünkü en güçlü fikir, en derin soruları sorabilen ve onlardan kaçmayan fikirdir.
İnanç Dayatma Değildir, Davettir
Kimse inanmak zorunda değildir. Tanrı, kimseye baskı yapmaz. İnanç, zorla değil; gönülle oluşur.
Ama bu gönül çağrısı, görmezden gelinemez. Evrenin işleyişinde, insanın ruhunda, vicdanın fısıltısında, sezginin ışıltısında… Bu çağrı her yerde yankılanır.
Ateizm, bu çağrıyı susturmaya çalışır. Ama susturulmuş bir çağrı, yok olmuş bir hakikat değildir.
O sadece bastırılmıştır ve bastırılan her şey gibi, bir gün daha güçlü şekilde geri döner.
Son Bir Soru: Tanrı Yoksa Ne Var?
Tanrı’yı reddeden biri, aslında sadece bir fikri değil; aynı zamanda anlamı, amacı, ahlâkı, ruhu ve umudu da reddeder. Geriye ne kalır?
Sessiz bir evren. Tesadüflerin ürünü bir beden. Sonu olmayan bir boşluk ve ölünce bitecek bir varlık.
Böyle bir yaşamın gerçekten yaşamaya değer olup olmadığını sormak gerekir. Çünkü sadece yaşamak yetmez… Neden yaşadığını bilmek gerekir ve belki de tam bu yüzden, inanmak, hakikati aramanın en cesur hâlidir.