Mecburiyetin Doğurduğu Umut: 23 Nisan’a Giden Yol
20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu, yüzlerce yıl boyunca taşıdığı yükün altında artık yürüyemez hale gelmişti. Balkan Savaşları, Trablusgarp, ardından gelen Birinci Dünya Savaşı; her biri hem cephede hem de halkın vicdanında derin yaralar bırakmıştı. İstanbul, siyasi baskı altında; Anadolu ise yokluk, işgal ve çaresizlik içindeydi. Milletin ne sesi vardı ne de sesi olacak bir meclisi.
Başlık Listesi
Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi’yle fiilen teslim olmuştu. İtilaf Devletleri İstanbul’u fiilen işgal etmiş, Meclis-i Mebûsan dağıtılmış, halkın temsil gücü ortadan kaldırılmıştı. O günlerde artık kaderini dış güçlerin eline bırakmak istemeyen bir avuç aydın, yeni bir çıkış yolu arıyordu. Bu yolun taşları ise kolay döşenmedi.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı, bir direnişin ilk kıvılcımıydı. Erzurum ve Sivas Kongreleri ile halkın iradesi ilk defa örgütlenmeye başladı. Ancak bu iradenin meşru bir zeminde vücut bulabilmesi için, halkı temsil eden bir yapının doğması gerekiyordu. İstanbul’daki saray, işgalin gölgesinde sessiz kalmak zorundaydı. Onun sustuğu yerde millet konuşmaya mecbur kaldı.
23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir lüks değil; bir mecburiyetin, hatta hayatta kalmanın tek yoluydu. Bu meclis, sadece vekillerin oturduğu bir masa değil; halkın alın teriyle, yüreğiyle kurduğu bir umut merkezidir. Herkesin bir şey kaybettiği ama kimsenin umudunu yitirmediği o günlerde, Meclis milletin yeniden doğduğu yer oldu.
Yeni doğan bu irade, eskiyi reddetmek değil; halkın sesini, temsilini, onurunu korumak için kurulmuştu. Mustafa Kemal ve arkadaşları geçmişi yıkmak için değil; geçmişin içinden geleceği inşa etmek için harekete geçtiler. 23 Nisan’ın arkasında bu yüzden sadece siyasi bir karar değil, derin bir tarihi zorunluluk ve halk iradesi vardır.
Geleceğin Yüzü: Çocuğa Emanet Edilen Egemenlik
23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir milletin yeniden kendi kaderini tayin etme iradesinin ete kemiğe büründüğü yerdi. Ancak bugünü yalnızca meclis açılışı olarak görmemek gerekir. Çünkü birkaç yıl sonra Mustafa Kemal, bu tarihi yalnızca bugünü kurtaranlara değil, yarını kuracak olanlara; yani çocuklara ithaf etti. Bu karar, sadece duygusal bir jest değil; derin bir bilinç tercihidir.
Peki neden çocuklar?
Çocuk, tarih boyunca birçok kültürde yeniden doğuşun, temizliğin, saflığın ve umudun simgesi olmuştur. Akıl oyunlarına bulaşmamış, çıkar hesaplarıyla kirlenmemiş, hakikati olduğu gibi kabul eden bir ruhtur çocuk. Mustafa Kemal, yeni kurulan Cumhuriyet’in sadece o günün değil; yarının da bir emaneti olduğunu biliyordu. Bu yüzden bu büyük yapıyı, saf zihinlere teslim etti. Çünkü geleceği ancak temiz yürekler taşıyabilir.
Mustafa Kemal, çocuğu sadece sevilmeye muhtaç bir varlık olarak değil; sorumluluk taşıyabilecek bir birey olarak görüyordu. Bu, dönemi için radikal bir düşünceydi. Osmanlı’da çocuk, çoğunlukla hiyerarşik düzenin en alt basamağında görülürken; Cumhuriyet ile birlikte çocuk artık ülkenin teminatı, düşüncenin öznesi haline geldi. 23 Nisan, bu düşünce devriminin sembolüdür.
Ayrıca bu adım, gelecek nesillere bir mesajdır: “Bu Cumhuriyet sizinle anlam kazanacak. Siz büyüdükçe o güçlenecek. Onu yaşatacak olan sizsiniz.” Çocuğa bayram armağan etmek, sadece onun neşesine değil; onun bilincine yapılan bir yatırımdır. Çünkü bir ülkenin gerçek gücü, sadece tankında topunda değil; çocuklarının kalbindeki inançta ve zihnindeki berraklıktadır.
Dolayısıyla 23 Nisan’ı kutlamak, sadece çocukları eğlendirmek değil; onları ciddiye almaktır. Onlara nasıl bir miras bıraktığımızı düşünmek, onları sadece eğlenceye değil; düşünmeye de davet etmektir. Bayramın özü budur: Çocuğun gülümsemesinin arkasında, bir milletin umudu vardır.
Unutulan Ruh: 23 Nisan’ı Gerçekten Yaşamak
Her yıl 23 Nisan geldiğinde şehirler süslenir, çocuklar sahnelere çıkar, şiirler okunur. Renkli görüntüler, neşe dolu törenler ve kutlama havası etrafı sarar. Ancak bu görüntülerin ötesinde bir şey var ki çoğu zaman unutulur: Bu bayramın neden verildiği ve neyi temsil ettiği.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu meclis, savaşın gölgesinde, işgalin baskısında, yoklukların ortasında açıldı. Onlar bu meclisi kurarken, ne bugünkü gibi mikrofonları ne de kameraları vardı. Ellerinde sadece milletin duası, kalplerinde ise çocuklarının özgürce yaşayabileceği bir ülke kurma arzusu vardı. Onlar, bu iradeyi bir günün eğlencesine değil; bir ömrün sorumluluğuna emanet etmek istediler.
Bugün 23 Nisan’ı yaşarken sormamız gereken soru şudur: Bu emaneti ne kadar taşıyoruz? Çocuklara sadece şarkılar söyleterek mi; yoksa onlara düşünmeyi, sorgulamayı, haklarını bilmeyi öğreterek mi bugünü yaşatıyoruz? Çünkü bu bayramın gerçek ruhu, çocukların gözünde değil; bilinçlerinde yaşar. Onlara sadece sevgi değil, bilinç de verilmedikçe; bu bayram, zamanla sadece bir gösteriye dönüşür.
Meclisin çocuklara ithaf edilmesi, onları neşelendirmek kadar, onları ciddiye almaktır. Geleceğin kararlarını alacak olan bireyler olarak görülmeleridir. Bugün çocuklara değer vermek, onları sadece korumak değil; onları düşünebilen, üretebilen ve ülkesine katkı sağlayacak bireyler olarak yetiştirmektir. Çünkü o gün verilen egemenlik, bir defalık değil; her nesilde yeniden hak edilmesi gereken bir emanettir.
23 Nisan, geçmişin kutlaması değil; geleceğin sözüdür. Onu yaşatmak, sadece bir gün değil, her gün çocukların hakkını ve potansiyelini hatırlamakla mümkündür. Bugün, bir çocuğun gözlerine bakarken sadece sevgi değil; ona emanet edilen bir vatanın yükünü de hatırlamaktır. Bu bayram, geçmişin değil; geleceğin şerefine kutlanır.
23 Nisan, geçmişten gelen bir bayram değil; her doğan çocukla yeniden yazılan bir istiklal sözüdür.